Gemlik’te genç olmak: Umut erozyonunun gölgesinde bir kuşak

Gemlik… Zeytin kokan sabahları, denizin ortasına yansıyan güneşin titreşen ışıklarıyla uyanan, geçmişiyle gururlu ama bugünüyle biraz yorgun bir sahil kasabası. Her şey dışarıdan bakıldığında romantik gelir; martı sesleri, balıkçı tekneleri, yaz akşamlarının neşesi… Fakat bu kartpostallık manzaranın ardında başka bir şey var. Sessiz, görünmez ama çok yakıcı bir mesele: gençlerin gelecek kaygısı.
Bugün Gemlik’in sahilinde yürüyen gençlerin gözlerinde bir hüzün var. Belirsizlikle yoğrulmuş bir hüzün bu. Adı konulmamış, ama her cümlelerinin altına sinmiş.
Üniversite okuyup iş bulamayanlar, hayalleriyle geçinemeyenler, “Zaten burada kimse bir yere varamıyor” diyenler…
Zeytinliklerin arasında büyüyen çocuklar artık zeytin toplamayı değil, buradan nasıl gidebileceklerini düşünüyor. “Bir torpilin varsa kurtulursun”, “Dil bilmezsen hiçbir kapı açılmaz” gibi cümleler, onların günlük sohbetlerinde sıradanlaşmış. Bu sıradanlık, umutsuzluğun sıradanlaşmasıdır. İşte asıl tehlike de burada başlar. Umut alışkanlığa yenildi mi, bir toplumun damarları kurur.
Aileler de Sessiz Bir Savaşta
Bu tablo sadece gençleri değil, anne babaları da içten içe çökertiyor. Çocuklarına bir gelecek sunamamanın yüküyle göz göze gelmek, annelerin içini parçalıyor. Babalarsa “Eskiden biz şöyle yapardık” diyerek geçmişi bugünün sırtına yüklemeye çalışıyor. Ama bugünün çocukları geçmişin reçeteleriyle iyileşmiyor. Onların hastalığı farklı:
Anlamsızlık.
Artık yalnızca geçim derdi değil, yaşama anlam yükleme derdi var. Gençler, “Ben bu hayatta neden varım?” sorusuna cevap ararken yalnız kalıyor. Bu yalnızlık, ekran bağımlılığıyla, sosyal medya onayıyla, hızlı tüketimle, dijital dünyada bir kimlik yaratma çabasıyla geçici olarak bastırılıyor. Fakat gecenin sonunda o ışıklar sönüyor ve bir boşluk kalıyor: “Ben kimim, nereye gidiyorum?”
Gemlik’te Sosyal Doku Daralıyor
Mahalleler artık eskisi kadar sesli değil. Mahalle abileri, sokakta oyun oynayan çocuklar, bir ihtiyacı olduğunda koşan komşular azaldı. Modernleşme adı altında bireyselleştikçe yalnızlaştık. Yalnızlaştıkça savrulduk. Savruldukça tutunacak dallar arar olduk ama o dallar da kurumuş meğer.
İşte tam da bu noktada, bir toplumu yeniden ayağa kaldıracak olan şey ne bina ne para ne de statüdür. Anlamdır. Birlikte üretmenin anlamı, dayanışmanın kıymeti, yoldaş olmanın gücü… Ve en önemlisi de gençlere “Sen değerlisin, bu şehrin bir parçasısın, senin fikrin, emeğin, hayalin bu toprağa değer katar” diyebilmek…
Peki Ne Yapmalı?
1. Gençlik Merkezleri sadece spor ya da el sanatlarıyla sınırlı kalmamalı. Gerçek hayat becerileri, finansal okuryazarlık, duygusal dayanıklılık, zihinsel sağlık eğitimleri verilmeli.
2. Belediyeler ve yerel STK’lar, gençleri sadece seçmen değil, paydaş olarak görmeli. Projelerde fikirleri alınmalı.
3. Yerel medya, başarı hikâyelerine değil, umut hikâyelerine yer vermeli. Başarısızlıktan çıkan zaferlere, yeniden doğanlara…
4. Aile içi diyalog güçlendirilmeli. Anne
babalara bilinçli ebeveynlik eğitimleri sunulmalı, kuşaklar arası uçurum değil, köprü kurulmalı.
Son Sözüm Şudur:
Gemlik’in gençleri sadece iş değil, anlam arıyor. Ve bir kenti ayağa kaldıracak en büyük devrim, o anlamı hep birlikte yeniden inşa etmektir. Bu devrim sessiz olacak belki ama köklü… Ve bu yazıyı okuyan her yetişkin, her kurum, her aile ferti şunu bilmeli: Umudu yeniden inşa etmek, bir toplumun yeniden doğmasıdır.
YAZAN: ELİF TANKUT
Sosyolog & Yaşam Gözlemcisi