Kaderine Terk Edilen Gemlik

Gemlik, denizin mavisine, zeytinin yeşiline, balığın serinliğine sarılan bir cennet köşesiydi. Ama ne olduysa, bir gün koca koca vaatlerle gelen belediye yöneticileri, bu güzelliklerin dilinden anlamaz oldu. Deniz mırıldandı, “Beni temizleyin, sahillerimi koruyun,” dedi. Zeytin ağaçları hışırdadı, “Köklerimden koparmayın,” diye fısıldadı. Balıklar bile telaşla kıyıya yaklaştı, “Derinliklerim boş kalmasın,” diye dert yandı. Ama nafile…
Gelen giden başkanlar, planlar yaptılar, projeler çizdiler. Beton bloklar, asfalt yollar, metal korkuluklar… Oysa Gemlik’in ruhu, zeytin dallarının gölgesinde çay içenlerin kahkahalarında, balıkçıların sabah telaşında, denize atılan o ilk kulaçta saklıydı.
Sonra bir gün, rüzgar daha hüzünlü esti. Zeytin dalında burukluk, balıkçı teknesinde sessizlik, sahil taşında yalnızlık vardı. Kim bilir, belki de Gemlik’in kaderi, her gelenin kendi izini bırakmaya çalıştığı ama geçmişin izini silemediği bir sahne olmaktı.
Kaderine terk edilmiş gibi… Yollar genişlerken, sahiller daraldı. Gökyüzü maviye dönmeye çalışırken, gri tonları kazandı. Belki de en acısı, bu toprakların, denizin ve zeytinin ruhunu anlayanların gittikçe azalmasıydı.
Ama yine de umut var, Gemlik’in taşında, toprağında, denizinde. Belki bir gün, gerçek anlamda halden anlayanlar gelir de, deniz yeniden mavi, zeytin ağaçları yeniden yeşil, balıklar yine özgür olur.
Ah Gemlik, kaderine terk edilmiş güzelim… Sen yine de umutla bekle. Belki bir gün, seni gerçekten anlayanlar gelir.